DÜŞÜNCELER KAYDEDİLEN BEYİN DALGALARINDAN ANLAŞILABİLECEK

ABD’li bilim insanları, beyin dalgalarını bilgisayara aktarabilen ‘iBrain’ adını verdikleri bir cihaz üzerinde çalışıyor. Başarılı olunması halinde, ünlü İngiliz fizikçi Stephen Hawking’in düşünceleri doğrudan beyin dalgalarından anlaşılabilecek...Devamı

29 Aralık 2011

Şuurluluk nedir? Şuurlu zihin nedir?



    Antonio Damasio: The quest to understand consciousness (Bilinci Anlama Yolunda Arayış)

    Şuurlu zihinlerimizle ilgili hayret ve gizem üzerine konuşmak için buradayım. Hayret ve gizem şununla ilgili ki hepimiz bu sabah uyandık ve ona yeniden sahip olduk; şuurlu zihinlerimize inanılmaz biçimde dönüşerek. Kendiliğimizle ve varlığımızla ilgili bütün farkındalığa yeniden geri döndük, buna rağmen biz bunun üzerinde nadiren düşünürüz. Gerçekte bunu yapmalıyız, çünkü şuurlu bir zihnin varlığını kabul etmeden, kendimiz hakkında hiç bir bilgiye sahip olamazdık, dünya hakkında hiç bir bilgimiz olamazdı. Acılarımız ve aynı zamanda mutluluğumuz da olamazdı. Sevgiye hiç ulaşamazdık ya da yaratıcı yeteneğe. Ve elbette ki, Scott Fitzgerald'ın meşhur sözleriyle "Şuurluluğu keşfeden kişi bir çok konuda suçlanabilir." Ama onun unuttuğu şudur ki bilinç olmaksızın, gerçek mutluluğa ulaşmak için hiç bir yolu yoktu ve hatta aşkınlık ihtimali de.

    Yani ne kadar merak ediyorsan gizemlilik o kadar artar. Bu gizemli bir şeydir ki çözülmesi her zaman ileri derecede zor olmuştur. Erken felsefe dönemine ve tüm nörobilim tarihine doğru geriye gidildiğinde, bunun bir çok tartışmaya yol açmış, çözümünde daima zorlanılmış gizemli bir konu olduğu anlaşılır. Ve bir çok insan gerçekte bu konuya elimizi sürmememiz gerektiğini, kendi haline bırakmamız gerektiğini, onun çözülecek bir konu olmadığını düşünüyorlar. Ben buna inanmıyorum ve durumun değiştiğini düşünüyorum. Beyinlerimizde şuurluluğun nasıl oluştuğunu bildiğimizi iddia etmek komik olurdu, ama bu soruna yaklaşım göstermeye ve çözümün çerçevesini görmeye başlayabiliriz.

    Ve merakımızı teşvik eden bir şey daha var ki bu da görüntüleme teknolojilerine sahip olmamız ki bizim insan beyninin içine girmemize izin veriyor ve becerimizi artırıyor, örneğin, şu anda görmekte olduğunuz gibi. Bu görüntüler Hanna Damasio'nun laboratuvarından ve yaşayan bir insanda beynin yeniden yapılanmasını gösteriyor. Ve bu kişi yaşayan bir kişi. Bu otopsi yoluyla incelenen bir kişi değil. Ve daha fazlası --ve sizi gerçekten etkileyici bir şey olabilir--   ki şimdi göstereceğim, beynin yüzeyinin altına gidiyor ve gerçekten yaşayan beyin içinde gerçek bağlantılara, gerçek yollara bakıyor. Buradaki renkli hatlar aksonların demetlerine denk düşüyor, hücre gövdeleriyle sinapsları birleştiren lifler. Ve onları renkli gösteremediğim için üzgünüm. Ama bir şekilde orada oldukları görülüyor. Renkler yönün kodları, arkadan öne doğru ya da tersi.

    Bunlar tamam da, şuurluluk nedir? Şuurlu zihin nedir? Ve çok basit bir görüşten yola çıkıp söyleyebiliriz ki, o, rüyasız derin bir uykuya daldığımızda, ya da anestezi altında kaybettiğimiz şeydir, ve o, uykudan ya da anesteziden uyandığımızda yeniden kazandığımız şeydir. Fakat anestezi altındayken, ya da derin uykudayken kaybetmiş olduğumuz gerçekte nedir? Peki, herşeyden önce o içinde mental görüntülerin aktığı zihinsel bir faaliyettir, Ve tabii ki bu görüntülerin duyusal izlekler olduğu düşünüldüğünde, görsel, mesela sizin kürsü ve benimle ilişkili olarak aldığınız izlenimdir, ya da işitsel izlenimler, benim sözlerimi duyarken olduğu gibi. İşte mental görünümlerin bu akışı zihindir.

    Ama yine de bu salonda hepimizin birlikte deneyimlediğimiz başka bir şey daha var. Biz görsel ya da işitsel ya da dokunsal izlenimlerin pasif aktarıcıları değiliz. Biz benliğe sahibiz. Şu anda otomatik olarak zihinlerimizde varolan bir ben'e sahibiz. Kendi zihnimize sahibiz. Ve öyle bir algılamaya sahibiz ki bunu algılama yoluyla her birimizin yanımızda oturan kişiden farklı bir kişi olduğunu biliriz Bundan dolayı şuurlu bir zihne sahip olmak için şuurlu zihin içerisinde benlik sahibi olmanız gerekir. Ve şuurlu zihin demek, 'içinde ben olan zihin' demektir. Ben, zihin içine sübjektif bir açılım ekler, ve ancak Ben zihin içinde olduğu zaman biz tümüyle şuurlu sayılırız. Böylece bu gizemden söz ederken bilmemiz gereken birinci şey, düşüncelerin beyinde nasıl biraraya getirildiği ve ikincisi de, benliklerin nasıl oluştuğudur.

    Şimdi, birinci bölüm, birinci problem, göreceli olarak daha kolay --ama çok kolay olduğu söylenemez-- nörobilimde yavaş da olsa üzerine gidilmiş bir şey. Ve gayet açık ki, düşüncelerin oluşması için nöral haritaların oluşmasına ihtiyacımız var. Bir şebeke düşünün, şu anda size gösterdiğim gibisinden ve tasavvur edin, bu şebeke içindeki iki boyutlu bir sayfa gibi, nöronları düşünün. Ve resim gibi görün isterseniz, bir ilan tabelası, dijital bir ilan tahtası elementlerin birbiriyle reaksiyona girdiği ya da girmediği. Ve etkileşim ya da etkileşimsizlik paternini nasıl oluşturduğunuza bağlı olarak dijital elementlerle, ya da bu konuyla ilgili olarak, tabaka içindeki nöronlarla bir harita oluşturma yeteneğiniz olacak. Bu size gösterdiğim görsel bir harita tabii ki, ama her hangi bir türden harita için de söz konusu olabilir --işitsel, mesela, ses frekanslarıyla ilişkili olarak, ya da dokunduğumuz bir objeyle ilgili olarak derimizle oluşturduğumuz bir harita.

    Şimdi, esas noktaya gelirsek, konu, şebeke içindeki nöronların aralarındaki ilişkinin ve nöronların aktivitelerinin topoğrafik düzeninin ve mental deneyimin ne kadar birbirlerine yakın olduğudur. Size kişisel deneyimimle ilgili bir öykü anlatacağım. Şimdi ben sol gözümü kapatırsam --Kendimden bahsediyorum, sizlerden değil-- Eğer sol gözümü kapatıp, şebekeye bakarsam aşağı yukarı size gösterdiğim gibi bir şey görürüm. Her şey güzelce ve dikey biçimde görülür. Fakat bir süre önce keşfettim ki, sol gözümü kapattığım zaman elde ettiğim şey beklediğimden farklı olarak şu; o şekilde baktığım zaman, benim görme alanımın merkezi-sol kısmında bir eğilme-bükülme oluşuyor.

    Çok tuhaf. Bunu bir süre analize ettim. Fakat bir süre önce, retinanın lazer görüntülemesini geliştirmiş olan oftalmolog arkadaşım Carmen Puliafito yardımıyla şunu anladım; Eğer retinamı lazerle yatay düzlemde izlersem orada ufak köşede şunu elde ediyorum. Sağ tarafta, retinam mükemmel biçimde simetrik. Fovea (kör nokta) ya doğru alt bölümde optik sinirin başladığı yeri görüyorsunuz. Ama sol retinam üzerinde kırmızı ok tarafından gösterilen bir tümseklik var. Ve bu orada aşağıda ufak bir kist olduğuna işaret ediyor. Ve bu da benim algıladığım bükülmeye neden oluyor.

    Şimdi sadece şunu düşünün: nöronlardan oluşan bir şebekeniz var ve şimdi şebekenin pozisyonunda basit bir mekanik değişiklik var ve zihinsel deneyiminizde bir kayma hissediyorsunuz. Bu gözküreniz içinde yer alan bir beyin parçası olan retinadaki nöronların aktivitesiyle zihinsel deneyimizin ne denli yakından ilişkili olduğunu gösteriyor ya da bu konuyla ilgili olarak, görme korteksi tabakası. Retinadan görme korteksine doğru gittiğinizde doğal olarak, beyin retinadan gelen bu sinyallere kendi içinde neler olduğu konusunda bir yığın bilgi daha ekler. Ve orada oluşan imajda bir dizi çeşitli adacıklar görürsünüz ki ben bunları beynin görüntü oluşturan bölgeleri olarak adlandırıyorum. Örneğin, burada yeşil dokunsal bilgiye denk düşüyor, ya da mavi işitsel bilgiye denk düşüyor.

    Ve bu görüntü oluşturan alanlarda bir şey daha olur ki, o da bütün bu nöral haritalar arasındaki geçişlerdir ki bu geçişler etrafta gördüğünüz morluk okyanusuna sinyal sağlarlar, bu, görüntü oluşturan adacıklarda neler olup bittiği konusunda kayıtlar yapabileceğiniz assosiyasyon korteksidir. Ve harikulade olan şey odur ki, sonrasında siz assosiyasyon kortekslerinin dışına çıkarak geriye doğru imajlar oluşturabilirsiniz algılamayla ilgili, aynen benzer merkezlerde olduğu gibi. Şimdi düşünün beyin nasıl harikulade esnekliğe ve uyuma sahiptir. Yani algı ve görüntü oluşturmada özel alanlar sağlar. Ve bu alanlar bir bilgiyi hatırladığımızda aynen görüntü oluşturan alanlar gibi davranır.

    Şu ana kadar şuurlu zihnin gizemliliği biraz azalmış gibi görünüyor çünkü artık bu görüntülerin nasıl oluştuğu konusunda genel bir çerçevemiz var. Fakat ya benlik konusu? Benlik gerçekten anlaşılması çok zor bir konudur. Ve çok uzun bir zaman için de insanlar onu ele almak bile istemediler, çünkü "günden güne benliklerin sürmesi ve dengeliliği işinde çıkış noktasına nasıl sahip olabilirsiniz" diye düşünüyorlardı. Ve bu problemin çözümüyle ilgili olarak şunu düşündüm. Biz vücudumuzun iç dünyasıyla ilgili olarak beynimizde haritalar oluştururuz ve bunları diğer bütün haritalar için bir yönlendirici olarak kullanırız.

    Şimdi izninizle bu noktaya nasıl geldiğimi biraz anlatayım. Bu noktaya geldim çünkü, bizim benlik olarak bildiğimiz, Ben'e ait kendi içimizde bir yönlendiriciye sahip olacaksak --günden güne değişkenlikler göstermeyen bir şeye sahip olmamız gerekir. Öncelikle tek bir gövdeye sahip olduğumuzu tespit edelim. Biz bir vücuda sahibiz, iki değil, üç değil. Ve başlangıç noktası budur. Sadece tek bir yönlendirici nokta vardır o da gövdedir. Ama sonra gövdenin bir çok parçası olduğu gerçeği gelir, ve bölümler farklı hızlarda büyürler ve bunların ölçüleri herkeste farklıdır; gerçi iç organlar için bu kadar çeşitlilik yoktur. İç dünyamız olarak bilinen gövdemizin içindeki kimyasallar bir bütün olarak günlerin akışı içinde iyi bir duruma delalet edercesine gayet düzenli çalışır. Eğer bunların hayatın devamına izin veren ortalama parametrelerinde bir sapma olursa, hastalanırsınız ya da ölürsünüz. Yani kendi hayatlarımız içinde devamlılık garantisi veren bir sisteme sahibiz. Ben buna günden güne yaşadığımız neredeyse sonsuz aynılık diyorum. Çünkü eğer bu tür bir aynılığa fizyolojik olarak sahip olmazsanız hasta olacaksınız ya da öleceksiniz demektir. Bu sürekliliğin devamı için bir faktör bu.

    Ve sonuçta da beyin içinde yer alan gövdemizin düzeniyle, gövdenin kendisinin düzeni arasında varolan, diğer bütün dengelerden farklı hassas denge var. Örneğin, beynimde sizlerin imajlarını oluşturuyorum, fakat dinleyici olarak sizlerle ilgili benim oluşturduğum imajlar ve benim beynim arasında fizyolojik bir bağlantı yok. Ancak, benim beynimin gövdemi düzenleyen mekanizmasıyla benim kendi gövdem arasında yakın ve kalıcı bir ilişki var.

    Burada görüldüğü gibi. Buradaki alana bakın. Serebral korteksle omurilik arasında beyinsapı adı verilen bölüm var. Ve beyinle gövde arasındaki kalıcı ve dengeli ilişki bu bölüm yüzündendir. Göstermeye çalıştığım şu ki, hayatı düzenleyen bütün mekanizmaların meskeni burasıdır. Bu katkı o denli özeldir ki, örneğin, beyinsapının üst bölümündeki kırmızıyla gösterilen bölgeye bakarsanız bu bölge örneğin bir inmeyle hasarlandığında sonuç ya komadır ya da bitkisel yaşamdır.
    * Bu öyle bir durumdur ki, zihin faaliyetiniz kaybolur, bilinciniz kaybolur.  
    * Sonrasında olan da benliğinizin dayanaklarını kaybetmenizdir, kendi varoluşunuzla ilgili herhangi bir hissin olmamasıdır ve gerçekte ise serebral kortekste oluşan imajlar devam edebilir ama siz onların farkına varmazsınız.  
    * Beyinsapının kırmızı bölümünde oluşan hasar sonucu şuurlu olma halinizi yitirmişsinizdir.
     Ama beyinsapının yeşille gösterilen bölümü söz konusuysa asla böyle bir şey olmaz. Bu, bu kadar kesindir. Beyinsapının bu yeşil bölgesi hasarlandığında ki daha sık oluşur, sonuç bütüncül paralizidir fakat şuurlu zihniniz korunmuştur. Hissedersiniz, bilirsiniz, tümüyle korunmuş bir şuura sahipsinizdir ancak bunu belli etmeniz çok endirekt yoldan olur. Korkunç bir durumdur bu. Böyle bir durumu görmek istemezsiniz. Ve insanlar gerçekte kendi gövdelerinin içine hapsolmuşlardır, ama zihinleri korunmuştur. Böyle bir durumla ilgili olarak yapılan nadir fimlerden (Bkz: Alttaki not) bir tanesi Julian Schnabel tarafından yıllar önce bu tür bir problemi olan bir hastayla ilgili olarak yapılmıştı.

    Şimdi size bir resim göstereceğim. Bununla ilgili bir şey söylemeyeceğime söz veriyorum, onun sizi korkutması dışında. Bunu şunun için yapıyorum ki, beyinsapının kırmızı bölümü içinde basitçe söylenirse, bu ufak karecikler modüller gibidir ki bunlar gövdemizin farklı bölümleri, iç dünyamızın farklı yönleriyle ilgili beyin haritaları oluştururlar. Bunlar ileri derecede topografik ve birbirleriyle geri dönüşümlü biçimde ileri derecede ilişkilidir. Bunun ve beyinsapıyla gövde arasındaki bu karşılıklı ilişkinin dışında, ki ben buna inanıyorum, --yanlış da olabilirim fakat öyle olduğumu sanmıyorum-- hislerle kendini belli eden ve benliğin zeminini oluşturan bir vücut haritası oluşturulabileceğine inanmıyorum.

    Peki şimdi nasıl bir fotoğrafla karşı karşıyayız? Serebral kortekse bakınız, beyinsapına bakınız gövdeye bakınız, birbirleriyle ilişkili olduklarını görürsünüz ki bu ilişki gövdeyle sıkı bir birliktelik içinde beyinsapının, benliğin altyapısını teşkil ettiğini göstermektedir. Ve serebral korteks, zihnimizin içeriğiyle ilgili görüntüler yaratarak, düşüncelerimizin içeriğini bir film şeridi gibi gösteriyor ki normalde en fazla ilgimizi çeken o. Fakat oklara bakınız. Orada sadece bakılmak için durmuyorlar. Oradalar çünkü etkileşimin merkezi orası. Serebral korteksle beyinsapı arasındaki etkileşim olmasaydı şuurlu bir zihine sahip olamazdınız. Beyinsapıyla vücut arasında iletişim olmasaydı, şuurlu bir zihine sahip olamazdınız.

    Bir diğer ilginç şey de, sahip olduğumuz beyinsapı bir dizi diğer tür tarafından da paylaşılıyor. Bütün vertebralılarda (omurgalılar) beyinsapının yapısı bizimkiyle çok benzer, ki bu benim diğer canlılarla bizim şuurlu zihne sahip olmamızdaki benzerliğe inanmamdaki nedenlerden biri. Farkları bizimkisi kadar zengin bir zihne sahip olmamaları. Nedeni de bizimki gibi bir serebral kortekse sahip olmamaları. Burası farklılığın yaşandığı yer. Ve ben şuurluluğun serebral korteksin bir ürünüymüş gibi değerlendirilmesine şiddetle itiraz ediyorum. Sadece düşüncelerimizin zenginliğiyle alakalı; varlığımızın göstergesi olarak kabul ettiğimiz benliğimizle ve herhangi bir benlik duygusuyla değil.

    Şimdi, benliğin incelenmesi gereken üç seviyesi var; proto, merkez ve otobiyografik. İlk ikisi bir çok tür tarafından paylaşılıyor, bunlar da geniş ölçüde beyinsapı ve her türde ne kadar varsa korteks tarafından temsil ediliyor. Otobiyografik benliğe ise bence bazı türler sahiptir. Deniz memelileri ve primatlar belirli dereceye kadar otobiyografik benliğe sahiptir. Ve herkesin evindeki köpekler belirli dereceye kadar otobiyografik benliğe sahiptir. Fakat özgünlük de buradadır.

    Otobiyografik benlik geçmiş olayların belleği ve daha önce yaptığımız planların hatıraları üzerine kurulur. O, yaşanmış geçmiş ve katılım gösterilen gelecektir. Ve otobiyografik benlik kendini geliştirerek hafızaya, mantığa, tahayyüle, yaratıcılığa ve dile doğrı kendisini geliştirdi. Ve bununla da kalmadı kültürün belirteçlerine gitti --dinler, adalet ticaret, sanatlar, bilim, teknoloji. Ve kültür içindedir ki, biz özgün biçimde biyolojimiz tarafından (tümüyle) belirlenmeyen bir şeye sahip olduk. O şey kültürler içinde gelişti. Kollektif insan varlıkları içinde gelişti. Ve bu, tabii ki kültürle, biz başka bir şeye dönüştük ki ben buna sosyo-kültürel regülasyon diyorum.

    Ve sonuç olarak, siz haklı olarak sorabilirsiniz; - Bütün bunları neden önemseyelim? Neden önemseyelim; beyinsapı ya da serebral korteks ve bu nasıl mümkün oldu? Üç nedenle. Birincisi, merak. Primatlar ileri derecede meraklıdır --ve insanlar en fazlası. Ve örneğin, eğer biz anti-gravitenin gezegenleri yeryüzünden uzaklaştırdığıyla ilgileniyorsak, neden insanın içinde neler olduğuyla ilgilenmeyelim?

    İkincisi, toplumu ve kültürü anlamak. Biz toplum ve kültürün birlikte bu sosyo-kültürel regülasyon içinde nasıl birlikte gelişme gösterdiğine bakmalıyız. Ve son olarak, tıp. Unutmayalım ki, insanlığı etkileyen en kötü hastalıkların bazıları depresyon, Alzheimer hastalığı ve ilaç bağımlılığıdır. Zihninizi yıkan ve sizi şuursuz bırakan inmeleri düşünün. Bu hastalıkları tedavi etmek için ne bir duaya ve ne de raslantısal bir şansa sahibiz bunların mekanizmalarını öğrenmek dışında. Böylece merakın ötesinde ne yaptığımız konusunda çok iyi bir nedene sahibiz ve beyinlerimizde neler olduğunu öğrenmek konusunda mantıklı bir gerekçeye.

    Dikkatiniz için teşekkür ederim.

    Çeviri: Oğuz Tanrıdağ

    * * *


    Ferid Hakkı'nın notu:
    Filmin adı: The diving bell and the butterfly.  (Kelebek Ve Dalgıç adıyla internet kaynaklarından izleyebilirsiniz.)
    4 dalda Oscar Akademi Ödülleri'ne aday gösterilen ve Cannes Film Festivali'nde En İyi Yönetmen ödülü ve çeşitli film festivallerinde 43 ayrı ödül alan filmde, 43 yaşında beyin kanaması geçirerek sol gözünün görme yetisi hariç, bütün bedensel fonksiyonlarını yitiren Jean-Dominique Bauby’nin hayatı anlatılmaktadır. Beyin kanamasından sonra zihninde yaşamaya başlayan Jean-Dominique Bauby, dış dünyayla bağını sol gözü aracılığıyla kurar. Filmde Jean-Dominique Bauby’yi son dönemde adını sıkça duyuran Fransız aktör Mathieu Amalric canlandırıyor.