DÜŞÜNCELER KAYDEDİLEN BEYİN DALGALARINDAN ANLAŞILABİLECEK

ABD’li bilim insanları, beyin dalgalarını bilgisayara aktarabilen ‘iBrain’ adını verdikleri bir cihaz üzerinde çalışıyor. Başarılı olunması halinde, ünlü İngiliz fizikçi Stephen Hawking’in düşünceleri doğrudan beyin dalgalarından anlaşılabilecek...Devamı

17 Ocak 2012

Yaşamın 3. Perdesi


...Belki de üçüncü perdenin temel amacı eğer mümkünse, geri dönüp geçmişle olan ilişkimizi değiştirmeye çalışmak. Zihinsel araştırmalar gösteriyor ki, bunu yapabildiğimizde, nörolojik olarak ortaya çıkıyor -- beyinde nöral yollar ortaya çıkıyor.
Görüyorsunuz, eğer zaman içinde geçmiş olaylara ve insanlara olumsuz tepki vermişseniz, nöral yollar beyinden yollanan kimyasal ve elektriksel işaretler ile belirleniyor. Ve zaman içinde, bu nöral yollar değiştirilemez oluyor, norma dönüşüyorlar -- ve bize zarar veriyorlar çünkü stres ve endişeye neden oluyorlar...

Yaşamın 3. Perdesi - Life's third act



   Geçtiğimiz yüzyıl boyunca birçok devrim yapıldı, ama belki de hiçbiri uzun yaşam devrimi kadar önemli değil. Günümüzde ortalama ömrümüz büyük dede ve ninelerimizinkilerden 34 yıl daha fazla. Şunu bir düşünün. Ömrümüze ikinci bir yetişkin hayatı eklenmiş durumda. Fakat, büyük çoğunlukla, kültürümüz bunun ne anlama geldiğini kabul edemedi. Hala yaşın bir kavis olarak görüldüğü eski paradigmayla yaşıyoruz. Bu bir metafor, eski bir metafor. Doğarsınız, orta yaşta zirveye çıkar ihtiyarlıkta güçten düşersiniz. Pataloji olarak yaş.

    Ama günümüzde birçok insan -- filozoflar, sanatçılar, doktorlar, bilimadamları -- benim üçüncü perde adını verdiğim, hayatın son otuz yılına yeni bir gözle bakıyorlar. Bu dönemin aslında, tıpkı ergenliğin çocukluktan farklı olması gibi, orta yaşlılıktan farklı olarak hayatın, kendi önemi olan gelişimsel bir dönemi olduğunu farkediyorlar. Ve şunu soruyorlar -- hepimiz sormalıyız -- bu zamanı nasıl kullanıyoruz? Nasıl başarılı bir şekilde yaşarız? Yaşlanma için uygun olan yeni metofor nedir?

    Geçtiğimiz yılı bu konu hakkında araştırma yapıp yazarak geçirdim. Ve şu sonuca vardım, yaşlanma için daha uygun olan metafor bir merdiven -- insan ruhunun göğe yükselişi, bize bilgelik, bütünlük ve gerçeklik getiriyor. Yaş patalojiyle alakalı değildir; potansiyelle alakalıdır. Ve bilin bakalım ne oldu? Bu potansiyel sadece şanslı bir azınlık için geçerli değil. Görünüşe göre, 50 yaş üzeri birçok insan daha iyi hissediyor, daha az stresli, daha az saldırgan, daha az endişeli. Farklılıklardan çok benzerlikleri görme eğilimindeyiz. Hatta bazı araştırmalar gösteriyor ki daha mutluyuz.

    İnanın bunu hiç beklemiyordum. Uzun süren depresif bir dönemden çıktım. 40'lı yaşlarımın sonlarına yaklaşırken, sabahları uyandığımda aklıma gelen ilk altı düşünce olumsuz olurdu. Ve korkmaya başlamıştım. Aman Tanrım, aksi bir yaşlı kadın olacağım diye düşünmüştüm. Fakat aslında şu an üçüncü perdemin tam ortasındayım, ve hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Kendimi gerçekten çok iyi hissediyorum. Ve farkettim ki, dışarıdan bakmak yerine yaşlılık döneminde olduğunuzda, korku ortadan kalkıyor. Hala kendiniz olduğunuzu farkediyorsunuz -- hatta belki daha fazlası. Picasso bir keresinde şöyle demiş, "Genç olmak çok zaman alır".

   
    Yaşlanmayı romantikleştirmek istemiyorum. Açıkçası, bunun istediğine ulaşma ve gelişme dönemi olacağının bir garantisi yok. Bir kısmı şans meselesi. Bir kısmı, açıkçası, genetikle ilgili. Aslında üçte biri genetikle ilgili. Ve bu konuda yapabileceğimiz fazla birşey yok. Ama bu şu demek oluyor üçüncü perdedenin kalan üçte ikisinde ne kadar iyi olacağımız konusunda birşey yapabiliriz. Bu eklenmiş yılları gerçekten başarıyla geçirmek ve bir fark yaratmak için kullanmak hakkında neler yapabileceğimizi tartışacağız.

    Size bu merdiven hakkında birşey söyleyeyim, merdivenler birçok yaşı ileri insana zorluk çıkardığı için bu onlara garip bir metafor gibi gelebilir. Buna ben de dahilim. Tahmin edebileceğiniz gibi, tüm dünya evrensel bir kanunla işliyor: entropi, termodinamiğin ikinci kanunu. Entropi şu demek: Dünyadaki herşey, herşey, gerileme ve çöküş, kavis durumundadır. Bu evrensel kanunun tek bir istisnası var, o da yukarı doğru ilerlemeye devam edebilen insan ruhu -- bizleri bütünlüğe, gerçekliğe ve bilgeliğe götüren bir merdiven.

    İşte anlatmaya çalıştığım şeyin bir örneği. Bu yükseliş zorlu fiziksel mücadelelerin ortasında bile olabilir. Yaklaşık üç yıl önce, New York Times gazetesinde bir makale okudum. Neil Selinger isimli bir adam hakkındaydı -- 57 yaşında, emekli bir avukat -- içindeki yazarı keşfettiği Sarah Lawrence'da bir yazar grubuna katılmış. İki yıl sonra, genelde Lou Gehrig hastalığı olarak bilinen ALS teşhisi konmuş. Korkunç bir hastalık. Ölümcül. Bedeni tüketir ama zihin sağlam kalır. Bu makalede Bay Selinger yaşadıklarını şu şekilde tarif ediyor. Alıntılayacağım, "Kaslarım güçsüzleştikçe, kalemim güçlendi. Konuşmamı yavaşça yitirdikçe, sesimi kazandım. Zayıfladıkça, büyüdüm. Çok fazla şey yitirdikçe, sonunda kendimi buldum." Bana göre, Neil Selinger üçüncü perdede merdiveni çıkmanın simgesi.

    Bizler ruhla doğduk, hepimiz, ama bazen şiddet, suistimal, ihmal gibi hayatın zorlukları altında ruhumuz eziliyor. Ailelerimiz depresyondan muzdarip olmuş olabilirler. Belki de bizi dünyadaki başarılarımızın ötesinde sevememişlerdir. Belki hala ruhsal bir acı, bir yaradan muzdaribizdir. Belki ilişkilerimizin çoğunun sonuçlanmadığını düşünüyoruzdur. Ve bu yüzden yarım kalmış hissediyoruz. Belki de üçüncü perdenin görevi kendimizi tamamlama görevini bitirmektir.

    Benim için, bu üçüncü perdeme yaklaşırken başladı, 60. doğumgünümde. Onu nasıl yaşamalıydım? Son perdede neyi başarmalıydım? Farkettim ki, nereye gittiğimi bilmek için, nereden geldiğimi bilmeliydim. Böylece geri dönüp ilk iki sahnemi çalıştım, o zamanlar kim olduğumu, ailemin ya da başka insanların olduğumu söyledikleri ya da davrandıkları kişi değil, gerçekten kim olduğumu görmeye çalıştım. Ama kimdim? Ailem kimdi -- aile olarak değil, insan olarak. Onların aileleri kimlerdi? Onlara nasıl davranmışlardı? Bunun gibi şeyler.

    Birkaç yıl sonra farkettim ki geçtiğim bu sürece psikologlar "hayatı gözden geçirme" adını veriyorlar. Ve bir insanın hayatına yeni bir önem, açıklık ve anlam kattığını söylüyorlar. Siz de, benim yaptığım gibi, düşündüğünüz birçok şeyin hatalarınız olduğunu, hakkınızda düşündüğünüz birçok şeyin sizinle bir alakası olmadığını keşfedebilirsiniz. Sizin hatanız değildi; siz iyisiniz. Ve geri dönüp onları ve kendinizi affedebilirsiniz. Kendinizi geçmişten kurtarabilirsiniz. Geçmişle olan ilişkinizi değiştirmeye çalışabilirsiniz.

    Bununla ilgili bir kitap yazarken, Viktor Frankl'ın "İnsanın Anlam Arayışı" adlı kitabına denk geldim. Viktor Frankl beş yılını Nazi toplama kampında geçiren Alman bir psikiyatristti. Ve yazdığına göre, kamptayken, serbest bırakılmalılar mı, hangileri iyi olabilecek hangileri olamayacak, sorularına cevap verebilirmiş. Şöyle yazıyor: "Hayatta herşeyiniz elinizden alınabilir tek şey dışında, bu duruma nasıl karşılık vereceğinizi seçmenin özgürlüğü. Yaşadığımız hayatın kalitesini belirleyen budur -- zengin ya da fakir, ünlü ya da tanınmamış, sağlıklı ya da acı çekiyor olmamız değil. Hayat kalitemizi belirleyen şey bu gerçeklerle kurduğumuz ilişki, onlara yüklediğimiz anlamlar, onlarla ilgili takındığımız tutum, tetiklemelerine izin verdiğimiz ruh hali."

    Belki de üçüncü perdenin temel amacı eğer mümkünse, geri dönüp geçmişle olan ilişkimizi değiştirmeye çalışmak. Zihinsel araştırmalar gösteriyor ki, bunu yapabildiğimizde, nörolojik olarak ortaya çıkıyor -- beyinde nöral yollar ortaya çıkıyor. Görüyorsunuz, eğer zaman içinde geçmiş olaylara ve insanlara olumsuz tepki vermişseniz, nöral yollar beyinden yollanan kimyasal ve elektriksel işaretler ile belirleniyor. Ve zaman içinde, bu nöral yollar değiştirilemez oluyor, norma dönüşüyorlar -- ve bize zarar veriyorlar çünkü stres ve endişeye neden oluyorlar.

    Fakat, geri gider ve ilişkilerimizi değiştirirsek, geçmişteki insanlar ve olaylarla olan ilişkilerimize bakışımızı değiştirirsek, nöral yollar değişebilir. Geçmişle ilgili daha olumlu hisler beslersek, yeni bir norm oluşur. Bu termostatı sıfırlamak gibi birşey. Bizi bilge yapan deneyimler değil, bizi bilge yapan bu deneyimler hakkında derinlemesine düşünmek -- ve bu bizim tamamlanmamıza yardım ediyor, bilgelik ve gerçeklik katıyor. Olduğumuz kişi olmamıza yardımcı oluyor.

    Kadınlar baştan başlıyor, değil mi? Yani, kızlar olarak, cesaretle başlıyoruz -- "Evet, kim demiş?" Bizler temsilciyiz. Kendi hayatlarımızın özneleriyiz. Ama çoğu zaman, ergenliğe girdiğimizde, çoğumuz, uyum sağlamaya ve popüler olmaya çalışıyoruz. Ve diğer insanların hayatlarının özneleri ve nesneleri oluyoruz. Ama şimdi, üçüncü perdemizde, başladığımız yere dönüp belki de ilk defa herşeyi anlayabiliriz. Ve eğer bunu yapabilirsek, bu sadece kendimiz için yapmış olmayacağız. Dünyada yaşı ileri kadınlar en büyük nüfusa sahip. Eğer geri gidip, kendimizi tekrar tanımlarsak ve bir bütün olursak, dünyada kültürel bir değişim yaşanır ve genç kuşaklara kendi ömürlerini gözden geçirmeleri konusunda bir örnek olur.

    Çok teşekkür ederim.
J a n e   F o n d a